Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ya saçları...

      […]         Çok zaman geçmedi… Önce dudaklarını gördüm. Kıpkırmızıydı. Ateş gibi. Dudaklarım, dudaklarına değecek olsa yanardı. Yanmaktan korktum. Ama asıl gözleriydi beni asıl korkutan. Böylesine âşık olmaya müsait. Öfkelenircesine bakıyordu. Umarsızca süzüyordu gözleri, gözlerimi. Yakalanıyordu.           Ya saçları…          Aynı bir süpürge çalısı. Keşke görmeyeydim onları.
En son yayınlar

Beni Asıl Endişelendiren

              Ħ               “Sağ elimin parmakları babamınkine benziyor. Yemişim tırnağımın yakınındaki etleri. Belli ki var yine bir sıkıntım. Pek hoşuma gitmiyor nedense, parmaklarımın benzemesi, sağ taraftakilerin özellikle.”     Anlatıcısı olduğum bu hikâyenin anlatılanı bir başkası iken, nereden geldi aklıma? “Geleni hoş etmek lazım gelir” , derler eskiler. Eskiye uymak gerek. Eskiye dönmek, bakmak usulca geriye. Aynı akıl, aynı fikir, farklı tecrübe ile. Mümkün olsaydı keşke.   Anlatıcısı olduğum hikâyenin anlatılanı da böyleydi işte. Kendinden verir, yok sayardı yine kendine. Öyle olmak gerekirdi, demek ki. O her zaman haklıydı. Yaşlandı fakat şimdilerde. “Çekilmez oldu” diyesim vardı, var olmasına da kopar diye korkuyordum dilimin. Huysuzlaşmıştı ama. Takar olmuştu öncesinde takmadığı şeyleri ş
    Ħ     “Yaralarını gördüm. Yaralarını sana çok gördüm.”   İşitmeni istediğim şeyler var sana ancak öncesinde. Duymanı dört gözle beklediğin haberlerim. Görevimdi bu, senin iyiliğinden çok daha fazla.   “Anlattıklarını dinledim çoğu zaman, usanmadan, uslanmadan.”               Merak etmez miydim hiç duyacakların nasıl sevindirecekti yüreğini? Hiç merak etmez miydim görünce nasıl coşacaktı şaşkın gözlerin? Sorsan ya bana, nasıl heyecanlanacaktı yorgun kalbin, ne denli sevinecekti?   “Seninle olan hikâyelerin dinleyicisi olmayı özledim.”   Senden; seni saran, dizlerini kanatan, ellerini yaralayan dikenleri söküp yağmalayacağım küçük çocuk. Kötünün işlerini, yine kötülere anlatacağım. İyinin merhametini, yine iyilere sunacağım.   “Değil mi ki ben seni çok sevdim?”   Hakan GÜLÇAY Uşak, Aralık.

Var ol Havva, Bağışla!

  Ħ               Tanımadığım bir insana borçluyum.   Havva adı, biliyorum. Çalıntı bir kalem ile kiralık evimde yazıyorum şimdi kabul ederse affımı. O kabul etse ne olacak hoş, ulaşmadıktan sonra O’na . Sağ olsun canım, gencim daha ne de olsa. Ne mutlu! Her ne olursa olsun, yaşıyorum ya!               Duyuyorum onu karanlıkta. Sesine anne merhameti değmiş gibi. İyi olan oydu, seven oydu, hoşnut olan. Gaddar olan oydu, zalim olan, acıyan oydu. Yoksa eğer o, sadece yoktu. Var olan, ancak onunla var olurdu. Kadıköy’de iki bin dokuz liraydı kiralık evimin ederi. Ucuzdu.               Unutuyorum gördükçe özrümü. Susuyorum anlattıkça kendini. Utanıyorum affettikçe beni. Akça pakça elleri, anasının heybetiyle kıpkırmızı yüzü. Belli, değmiş elleri başkasının kollarına. Utanmadım, utanamadım keza. Affet, affet ve var ol Havva. Kalemin tükenmiş olsa da bende hala.       “Annemin Düğün Fotoğrafı ” Uşak, Eylül. 

Annemin Düğün Fotoğrafı

  Ħ               Trabzon’un her günü yağmurluydu bu mevsimde, her bir günü hüzünlü, üzüntülü. Gece lambam kendini bile zor aydınlatıyordu. Ayağı burkuk çalışma masamın karşısında benim de gönlüm buruktu. Bir kutu dikkatimi çekti. Mor bir iplik kutusuydu bu. Dikdörtgen. Büyük. Yavaşça kalktım sandalyemden, sesli bir gıcırtıyla. Anlaşılan sandalyemin de değişme vakti gelmişti. Bir sürü fotoğraf. Kimi çok eski, kimi diğerlerine göre daha yeni.             Siyah, beyaz bir fotoğrafta annemin gelinli kli bir fotoğrafı. Saçları simsiyah. Kıvır kıvır. Boynunda tam beş tane kocaman altın lira. Ne işi vardı bu fotoğrafların benim masamda? Başka bir fotoğrafta kardeşimle birlikte gülüşüyoruz. Ayaklarımız yalın, yan yana, omuz omuza. Muhtemelen annem yakaladı bu pozu. Babam. Uzanmış eski bir kanepeye. Belini iki küçük pembe yastık desteklemiş. Ezelden beri ağrırdı beli. Yanında meyve tabağı. Elma, portakal, muz. Anlaşılan o zamanlar durumlar iyi.             Hiç iyi gelmedi bu eski fotoğ

Orospuluk Marifet İster! - Maalmemnuniye

  Ħ               “Orospuluk marifet ister.” derdi. Doğruydu, ama nereden bilsindi beni?               Aylardan hangisiydi ki gününü söyleyeyim size göstermek için. Takvim gizliydi şimdi, yıllardan. Yeni geldiğim zamanlardı önceleri. Meraklı bakışlarım, dört açtığım kulaklarım, pür dikkat kesildiğim ve aynı bıçak gibi. Kesmeye öylesine istekli. Kırmızısından korkardım ancak kanın. Kanın kırmızılığının. Ondaki nasıl bir cesaretti ki korkmazdı. Hiçbir şeyden korkmazdı. Korkusuz Buerna! Böyle yazılmalıydı onun adı altın levhaların altına. Korkusuz Buerna ve yanındaki ahmak acemi.               Ahmak. En güzel sıfatım. Sıfatımın vitrini, asli fıtratım. Ahmaklığımın ziyadesinde şaşkındım da. Gördüklerine, gördüklerime şaşkın. Aptal ve. Öyleydim tabii. Bile bile ölmeler işte hep bu sebepten şimdi. Bile bile. Göz göre göre. Nasıl reddederdim ki talepkârı olduğum bu aşkın safiyetini? Öyle tamahkâr, öylesine küstahtı ki. Simsiyahtı gözleri, kirpikleri ve. Kavuştuklarında birbirlerine